Merhaba gönül dostlarım,
Size biraz kendimden bahsetmek isterim.
Bendeniz Aytaç Ecer, 1984 yılında Adapazarı’nda doğdum.
Müzik hevesim, ilkokul yıllarında başlayıp, sınıfta şarkılar söyleyerek bilmeden bu sanata adım attım.
Bir yandan hayat şartları, bir yandan geçim derdi, kendimi meslek lisesinde buldum.Elektrik ,Elektronik bölümünü okurken bile içimde hep bir müzik aşkı debelenip durdu.
Ailenin geçim sorumluluğu da omuzlarımıza binince eğitim hayatımda daha ileri gidememiş ,lise biter bitmez kendimi çalışma hayatında buldum.
Zaman su gibi geçmiş, Genç yaşta Annemi (38) yaşında kaybetmenin verdiği acı ve üzüntü ile omuzlarıma binen yükle beraber içimdeki musikide dahada duygusallaşıp yoğunlaşarak susmamış, devam etmiş derdime dizelerle notalarla ortak olmuştur. Bu arada askere giderek vatani görevimi Hakkari çukurcada yerine getirdim.
Bir de baktımki yıl olmuş 2006, kendimi özel bir müzik kursunda buldum . Bağlama ve nota eğitimimin ilk adımını atarak gözlerimi kapatıp, dilim döndüğünce içimi döküp içimdeki yangınlara bir nebzede olsa su serpmeye çalıştım.
Bir aşk ve sevgi bağı muhabbetim olan Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerine Rabbim karşılısız bırakmayarak
Ruhumdaki açlığımı idrak etmiş bu açlık beni Mevlevilik ile tanıştırmıştır. 2007 yılında, Galata Mevlevihanesi postnişini Nail Kesova Dede Efendi’nin icazeti ile haneye dâhil olmuş. Pek kıymetli semazenbaşı Zahit Gürsoy’dan aldığım sema dersleri sayesinde pişmeye başlamışımdır. Hem ülke içinde, hem ülke dışında birçok Mevlevi Ayini Şerifinde bulunma şansına nail oldum.
Hal böyle olunca, yolumuz, tasavvuf musikisinin kalbi olan ney ile kesişmiş, kısada olsa değerli neyzen Ahmet ŞAHİN hocamın kapasında bulunup meşk etme hemhal olmuştur. Bu yolda pişmemize, bir dem katkı da neyden gelmiştir.
2009 yılında, aile kurmak nasip olup. Çok şükür Rabbime ki 2 erkek evlat ve 1 kız evladı bize emanet etmiştir.
Ney üflemeye ağırlık verdiğim bu dönemde, ses icrası konusunda açlığımı fark etmiş bulunup tekrar bağlamaya ağırlık vermeye başlayıp. Hem bağlama icra etme , hemde ses icrası üzerine kendimi yetiştirmeye çalıştım. Türküler bir yandan, kendi bestelediğim eserlerim diğer yandan, yolumda ilerlemeye başladım.
Kızım dünyaya gelince, öyle bir sevinç yaşadımki, elime kalemi alınca “Her babanın bir kızı olmalı” eseri kâğıda dökülüvermişti. Meğer ne çok babanın sesi olmuşum, bilmeden. Gelen güzel yorumlar, aldığımız en güzel hediye olmuştu.
Hal böyle olunca, anneler haklı olarak sitem etmiş, “Peki ya biz? Bizim de oğlumuz, kızımız yok mu?” deyince iş başa düşmüştür. “Annesinin oğlusu” ve “Annesinin bal kızı” eserlerimiz, annelerin göz bebeği olma hali vuku bulmuştur.
Naçizane, sözlerini yazıp bestesinin yaptığım eserlerin, hiç tanımadığım kalplere ulaşması, onların duygularına tercüman olması ne büyük bir nimettir, şükürler olsun.
Hipokrat, bundan asırlar önce “Vita brevis, ars longa.” demiş. Bu söz “Hayat kısa, sanat uzun.” anlamına geliyormuş.
Hayatı, sanat yoluyla uzun kılmak için. İçimdeki bu bitmeyen sanat aşkı olduğu sürece, kalemim yazdığı, dilim döndüğü sürece, bu yolda yürüyenlere eşlik etmek nasip olsun.
Tüm dijital platformlarda, bir tıklama mesafesinde sizlere seslenmeye devam edeceğim.
Selam ve sevgilerimle,
Aytaç Ecer